19 Ağustos 2011 Cuma

Aşk Bugün mü? Yoksa Aşk Geçmişte miydi?

' Eskiden sevdalar daha mı tutkuluydu, hasretler daha mı derin? Sevgilinin saçının bir teline ne şiirler yazılırdı hani. Bir kez görmekle ne kadar çok sevilirdi insan. Kapı aralığından uzanan bir baş, perde arkasında bir kadın gölgesi, belli belirsiz bir tebessüm, gözbebeklerinde saklı ateş ve har. Uzaktan da sevilirdi yar. Mümkündü. Hem mümkün hem imkansızdı aşk. Hayatın bir parçasıydı dokunmadan sevmek. Yaklaşmadan. Aşk bugün var yarın kaçtı kaçacak bir ada tavşanıydı sanki. Öylesine ürkek. Kimse yüzde yüz emin olamazdı aşka "sahip" olduğundan. Mülkü yok, tapusu yoktu. Daha mı anarşistti eskiden aşklar?


Sahi "yarim" ne güzel kelimeydi. Ağızda akide şekeri. "Yarim" der, sonra bir es verir, gayriihtiyari susardın. Söyleyecek söz kalmazdı ardından. Tek başına kaç cümleye bedeldi kelimeler. Eskiden harfler daha mı kıymetliydi? Bir mektup yeterdi aylar süren ayrılıkların sessizliğini kapatmaya. Tek bir yemin yeterdi aradaki mesafeleri azaltmaya. Artık hiçbir şey o kıvamda değil. İbre şaştı, ayar bozuldu sanki. El titredi, akort bozuldu sanki. İlişkilerimizin ahengi eskisi gibi değil.' ...


                                                                                                                  Elif Şafak/ Firarperest
                                                                                                                           Ezgi

Hayat Dayanıksız İnsanları Sevmez.

Erimiş dondurmanın bir özelliği kalmamıştır, sökülen dikiş her zaman sorun olmuştur mesela. Her insan gibi ben de sevmem dayanıksız şeyleri. İnsanın da dayanıksızını sevmem.

Hayat engellerle dolu, herkesin kendine göre ağır yükleri var. Mükemmele en yakın insan bile problem yaşayabiliyor, çevresine gülücükler saçan çoğu insanın da içinde fırtınalar kopuyor.


Gelecek geldiğinde her defasında önümüze farklı yollar çiziyor, seçim yaptırıyor. Yanlış seçim yaptığında bedelini ödediği gibi insan, doğru seçim yaptığında da aksilikler yaşayabiliyor. Kader pişirip getirmiyor yemekleri önümüze, kullanacağımız malzemeleri ekip biçmesi bile bizden. Sonra tadından tuzundan da biz sorumluyuz. Yemeğe tuz yerine yanlışlıkla şeker atan insan o gün aç kalıyor. Baharatını yerinde kullananlar ise dikkat etmelerine rağmen gizlice yemeğin tadıyla oynayan bir sinsinin kurbanı olabiliyorlar. Ama kimse görmüyor, duymuyor kendinden daha kötü durumda olanları. Oysa bir göz gezdirseler görecekler; çoğu insanın içmeye suyu, yemeye bir lokması bile yok. Duyacaklar, bir kulak verseler; annesi çocuğunu doyuramadı diye ağlarken hıçkırıklarla, çocuk feryat ediyor kaderin ona sunduğu bu hayata.

Kimsenin derdi küçümsenmez; dedim ya herkesin kendine göre ağırdır problemleri. Yine de her insan kurtulmalı bu karamsarlıktan, çevresindekilere bakıp kendi derdini küçümsemeli. Dayanıklı olmalı insan, kendi ayakta durabildiği gibi kendinden daha kötü durumda olanlara da destek olabilmeli.

İnsan soğukkanlı olabilmeli bazen, bu duygusuzluk değildir. Çevresindeki herkes kendini kaybedip bir konuda karmakarışıklaşırken o çözmeli onları, onlara güçlü olduklarını hissettirmeli. Çünkü ihtiyacı var herkesin bu tür insanlara; ne yaptığını bilen, kolay kolay yılmayan insanlara ihtiyacı var.

İnsan ömrü kimi zaman çok uzun gelse de düşünene, çok kısadır aslında. Bir anda geçiverir dakikalar, sonra saatleri deviririz ve geçen zaman günlere dönüşür. Haftalar, aylar derken bir bakmışsınız bir yıl geçmiş. Ve siz hala o bir bakmadayken ikinci yıl da geçer. Bu şekilde bir ömür sanki daha dün başlamış gibi bugün son bulur. Bu kadar kısaysa hayat ve bir o kadar yaşanacak şey varsa ömrünüzde, zamanı boşa harcamamalısınız.

Siz daha bugünün derdini atlatamamışken, yarın size çok daha ağır problemler getirebilir. Bir hata varsa yaptığınız, problem buysa eğer, ders alın ve unutmayın. Ama o hatanın yasını da bir ömür boyu tutmayın. Pişmanlığın size verebileceği tek şey derstir, bir daha yapmazsınız aynı şeyi. Onun dışında asla pişman olmayın, gereksiz zaman kaybıdır çünkü. Eğer problem sizden kaynaklanmıyorsa, hatanız yoksa, hayat yaşattıysa size o kötü şeylerin hepsini, o zaman çevrenizdekilere bakın. Yetmezse daha uzağa, başka şehirlere, başka ülkelere bakın. Mutlaka sizden daha kötü durumda olan biri vardır, bakın ve şükredin.

Hayat kimseye taşıyamayacağı kadar yük vermez, kimsenin karşısında aşamayacağı bir engel yoktur. Güçlü olun, kolay vazgeçmeyin; hayat dayanıksız insanları sevmez.

                                                                                                                                                Zey.

ÖSYM.. Ömrümü yeme..

Son zamanlarda telefona tanımadığımız kişilerden gelen 'kontör yükleyin' mesajlarından daha ilginç birşey varsa oda 'falanca üniversiteyi kazandınız' mesajıdır. Sınava girecek bir kurban olarak bu beni endişelendiriyor tabi. Düşünsenize sınava girmişim tercihlerimi yapmışım.. Çokta iyi bir durumda değilim hani orta dereceli falan.. Tercihlerin bitimine yarım saat kala bir mesaj; 'Saygıdeğer öğrenci, kusura bakmazsan puanın yanlış hesaplanmış. Aslında puanın 300... değilde 400...' Simdi güleyim mi ağlayayım mı? Ben tabi ki gülerdim biliyordum ya daha iyi olduğumu falan havalara girerdim yani. Ama kızardım da. Adam resmen dalga geçer gibi 'Hacı kusura bakma makine 100 puan kaydırma yapmış' diyor. Hayatımızı yönlendiren bir sınava giriyoruz aylarca canla başla uğraşmışız koskoca ÖSYM puanı yanlış hesapladım diyor! Şimdi gel de sınavı ciddiye al. Tabi bide şöyle düşünmek lazım ya puanım 400den 300e düşseydi! Eee ben o kadar artizlik yaptım hava attım sonra bir mesaj pat söndürüyor havamı..
  Bide bu olay üzerine insanların diyaloglarını ele alırsak:
  - Kanka naptın tercih işini?
  -Son yarım saati bekliyorum hacı mesaj falan gelirse..!
     Yarım saat sonra...
  -Noldu kanka geldi mi mesaj?
  -Yok olum ya seneye bir daha deneyeceğim belki o zaman yanlış hesaplarlar.
Uzun lafın kısası 1 yanlışın tüm ömrü götürdüğü bir sınavdayız. Herkese bu sınavda başarılar diliyorum...

                                                                                              Ezgi

18 Ağustos 2011 Perşembe

Çok Konuşabilirsin; Ama Lütfen Boş Konuşma

İnsanlar neden konuşur? Tabii ki gerektiği için. Bazen ihtiyaçlarını belirtmek, bazen içini dökmek için. Peki insanlar neden boş konuşur? İşte bunu çözemedim ben henüz. Tamam, bunun bir açıklaması insanların kendini bir şeyler söylemek zorunda gibi hissetmesi olabilir. Ama herkes mi bu sebepten gereksiz yorumlar yapar? Hiç kimse mi fark edip susmaz, söylediklerinin bir anlamı olmadığını?

Bir insanı tanıyorsanız eğer, onun içini biliyorsanız, hakkında yorum yapmanız doğaldır çoğu zaman. Evet yapabilirsiniz; çünkü tanıdığınız için söylediklerinizde genellikle doğruluk payı vardır. Tanıdığınızı zannedip daha sonra ‘Aslında onu hiç tanıyamamışım’ dediğiniz de oluyordur eminim. Doğru, bazen insanlar tanıdığını düşündüğü biri hakkında konuşurken aslında çok yanılıyordur. Bunu önlemek için de gerçekten çok şey paylaşmadığınız insanlar hakkında çok gerekmedikçe fikir sunmayın derim ben. İyi ama ya tanımıyorsanız? O zaman onun hakkında bulunduğunuz tahminler bile nadiren doğru çıkacakken siz nasıl onu eleştirebilirsiniz ki. Onun hakkında nasıl yorum yapabilirsiniz? Evet bunu da yapabilirsiniz, ama işte bu gereksiz olur.

Karşınızdaki insan kırılgansa, bir de gereksiz yere insanlarda takıntı oluşturursunuz. Eğer gerçekten hakkını yedirtmeyen biriyse –ki benim her insanda olması gerektiğini düşündüğüm bir huydur bu- o zaman da siz payınızı alırsınız. Yine gereksiz yere can sıkıntısı olur.


E bir ben mi böyle düşünüyorum? Hayır, eminim bu konuda bana katılacak pek çok insan vardır. Peki o zaman neden o gereksiz konuşan insanlar düşünemiyor bunu? Onların düşünme yeteneği yok mu, bizim kadar kullanamıyorlar mı zekalarını? Yoksa biz mi çok düşünceliyiz? Şahsen ben bu düşüncemde bir anormallik sezmiyorum. Yanlışlık onlarda.

Benim umudum var, zamanla çok konuşmaktan yorulup konuşmak için sadece mantıklı konuları seçecek insanlar. Ama bilmiyorum ne zaman; 3 vakte kadar mı, 3 asra kadar mı..


                                                                                                                                                Zey.