10 Kasım 2012 Cumartesi

Bu şarkıyı seviyoruum.


http://fizy.com/s/1ago1n

23 Ekim 2012 Salı

O

Battaniyeme sarınmış otururken dudaklarımı ısırarak hissettiklerimi yazıya dökme çabalarındayım. Hiç beklemediğim bir anda, tesadüfen dünyanın en değerli hazinesini bulmuş da kaybetmiş gibiyim.

Yok, insanların karşısına çözemeyeceği problemler çıkmaz bence. Her şey atlatılır, zamanla alışılır. Ama eğer alışmak istemeyip de alışmak zorundaysa insan ne yapmalı bilmiyorum. Hani bir problem vardır hayatında, bir şekilde imha edersin, zor olsa bile çözüme ulaşabilmek için çaba harcar ve sonunda başarırsın. Ya hayatından söküp atmak zorunda olduğun bir problem değil, aksine sana tüm problemleri aşma gücü veren bir his, bir kişiyse? Burada donup kalıyorum işte. 

Yalnızlıktan korkun yok, alışacağından da şüphen yok. Güçlü olduğunu biliyorsun, gün gelecek hissetmemeye başlayacaksın belki de yokluğunu. Ama istemiyorsun ki bunu, tercih senin değil. Zaten nasıl isteyebilirsin ki? Dünyanın en güzel gülüşü, en derin bakışı o kişide. Onun yanı başka her yerden daha huzurlu, güvenli. Sana kızsa, seni kızdırsa bile nafile. Onunla geçirdiğin zaman gibisi yok. Evet onsuz da yaşıyorsun, yine de onunla her şey daha güzel. Bu cümleler aklında bir resim oluşturuyorsa ne mutlu sana, sen de sevenlerdensin. Ve şimdi de elinde olmayan sebeplerden o kişiyi hayatından çıkarman gerektiğini düşün, belki biraz da olsa anlaşılırım o zaman.

25 Ağustos 2012 Cumartesi

Uykusuzluk ve Yazma İsteği Olunca Böyle Saçmalar İnsan.

 Ne gariptir ki çok ve seri konuşabilmeme rağmen yazı yazarken fazlasıyla duraksıyorum. Belki de burada ses tonu kullanamadığımdan, anlatmak istediğimi okuyanın aynen anlaması daha zor olduğu içindir. Bunları neden söylüyorum bilmem, şuan çok gereksiz.
 Eve yeni geldim, benim için farklı bir anlamı olan başka bir şehirdeydim. Ne hissedeceğimi bilmiyorum, nasıl desem, çok karışık duygularım.
 Kısa zaman sonra değişecek hayatım. Yeni insanlar, başka bir düzen. Bu beni korkutuyor çünkü insanlarla ilişkilerim hep sorunlu. Güvensizlik diyebilirsiniz ya da yanlış anlaşılmalar, belki de benim abartmalarımdandır.    Diğer yandan, bakınca zaten şimdiye kadar da güvenebildiğim ve bağlandığım çok kişi olmadı. Ama işte o bağlanmak var ya; şimdi ne bağlandığım biricik dostumu ve ailemi ne de onu güvenebileceğim binlerce insana değişemem. Yalnızlıktan da zerre kadar korkum yok ya, yine de gülümseyeceğim çevremdekilere. 
                                                            ...
 Romantik filmleri izlerken garip bir şekilde huzur doluyor içim ve biter bitmez film, ben gerçek dünyaya dönünce, depresifleşiyorum. Aynı şey kitaplarda da oluyor. Yaşadıklarıma karşı bu kadar dik durabilirken neden muhtemelen yarısından fazlası sadece hayallerde gerçekleşebilecek ve sadece kurgudan oluşan mutlu sonları kıskanıyorum? Belki de başıma gelmeyeceğini düşündüğüm içindir, başroldeki adamın gerçek hayatta karşılığı olmadığından. O kadar gözü kara, o kadar cesaretli ve o kadar çok seven. Gerçi tamam ben de başroldeki 1.75'lik manken kızlar gibi değilim, ama mutlu olabilmem gerek yine de değil mi? Hayır belli yani ben çok şey bekliyorum, yine de o filmlere özenmemek elde değil.

13 Ağustos 2012 Pazartesi

Aşık.


Hiç beklemediğim bir anda, mesela tam ışığı kapatmış yatağıma doğru yavaşça ilerlerken gelsin. Terasa açılan kapıda bir gölge olsun önce, sonra kendisi görünsün. Şekli şemali hakkında kafamda hiçbir şey belirmiyor. Tek gereken beni alıp bambaşka bir dünyaya götürebilecek bir kahraman olması. Uçabilen, ışınlanabilen, kurşungeçirmez, eli yüzü düzgün, güvenilir, anlayışlı ve sadakatli ve aşık.

  Ya da tamam, biraz daha gerçekçi olabilirim. Yolda, tam karşıdan karşıya dalgın bir şekilde geçerken bana çarpmak üzere olan arabadan kurtasın beni, korku ve şaşkınlık dolu baktığımda ona huzur dolayım birden, kahraman olsun. Uçabilen, kurşun geçirmez, eli yüzü düzgün, güvenilir ve aşık.

  Mümkün olabilmesi için daha azıyla yetinebilmeliyim. Gün ışığında, yolda yürürken hiç beklemediğim bir anda çıksın karşıma. Zaten görür görmez fark edeyim ondaki farkı ve elimden tutup bambaşka bir dünyaya götürsün beni, yine bir kahraman olsun. Eli yüzü düzgün, güvenilir ve aşık.

  Daha gerçekçi mi olması gerek? Bir arkadaş ortamında karşıma çıksın, tanıştırıldığımızda ve sohbet etmeye başladığımızda birbirimizin gözlerine bakıp farklı olduğumuzu hissedelim. Sadece gözlerime bakarak bambaşka bir dünyaya götürsün beni, mecazi anlamda, kahraman olsun. Güvenilir ve aşık.

  Peki, peki. Nasıl tanıştığımızın önemi yok, yeter ki çıksın karşıma ve zaten aşk güvenilirliği de getiriyor yanında, sadece aşık olalım.

  Yine de düşününce, sadeleştirmek işe yaramadı, ilk paragraftaki kadar imkansız geliyor son cümleler.  


                                                                                                                             

10 Ağustos 2012 Cuma

İki yeni fotoğraf, iki derin nefes gibi benim içiiin :)











                                                                                                      Zey.

8 Ağustos 2012 Çarşamba

04:04

Durup öylesine bir noktaya boş boş, uzunca bakmak..

İnsanın bazen kendini deli gibi hissetmesi doğal mıdır?

Belki de ruhum ara sıra nefes almak için bedenimden çıkmanın bir yolunu arıyordur ve gözlerim iyi bir çıkış noktasıdır. Ya da ben içmemem gereken son bardağı da içip kusma noktasına geldiğimden kıvranıyor ve saçmalıyorumdur. Yanlış anlaşılmasın, içtiğim su. Bu yüzden zararsız olduğunu düşündüm ve fazlaca içtim sanırım. Şimdi karnımda kramplar, telefonumda beni esprileriyle güldürerek yataktan düşürmeye çalışan bir dost, duvara ve kitaplığa ve oraya ve buraya boş boş bakan gözlerimle "İçimde yazıya dökmek istediğim başka neler var?" diye düşünüyorum. Toparlamak çok zor, gerçekten.

İnsanlar yalnızlıktan neden korkar? En az risklisi, zarar görme ihtimalleri en düşük olan durum yalnızlıktır halbuki. Hem zamanla bazı problemleri aştığında kendini güçlü hissedersin. Hem güvenip hayal kırıklığına uğrayacağın insanlar yer alacağına çevrende kimse olmasın daha iyi, değil mi ? Tabii insan güvenmek istiyor, paylaşmak istiyor insanlarla bir şeyleri. Hatta kimi kandırıyorum ki, yalnızlık bir süre sonra batıyor insana. Sadece bir süre için kendini bulacağın bir terapi gibi, daha sonra tekrar delireceğin bir tımarhane; yalnızlık.



                                                                                                                                 Zey.

30 Temmuz 2012 Pazartesi

...

Yıldızlar


"Hiç, bir yıldızdan bir şey dilediğin oldu mu ? " dedi Asım sigarasını tablaya bırakırken.

Nereden çıkmıştı durup dururken bu soru ? Bir balkon sefasında iki adam niçin yıldızlardan konuşurdu ki? Üstelik işinin yıldızlara kalması bir adam için acı verici değil miydi ? Sanırım gece yalnız sokakları değil sevinçleri de karartıyordu. Hep böyle zamanlarda dillenen  bu sualler yine en çok bu vakitlerde cevap buluyor olmalıydı. En azından benim tarafımdan.

"Hemen her gece. " dedim. "Ama benim için kayma zahmetine pek azı katlanır. Onlar da ayak sürüyor olmalı ki hâla kederli bir adamım."

Sigarasından son bir nefes daha alıp tablaya bastı.

"Belki de doğru yıldızı bulmayı bilmiyorsundur. Belki de sen de herkes gibi en parlak olanından umuyorsun dileklerini. En iyisi kaysın istiyorsun uğruna. Kuşkusuz onu da sabırla beklemiyordursun ya, neyse .. "

Bahsettiği gerçekten yıldızlar mıydı bilemedim. Kesinlik getirebilmek için "Anlayamadım." diyerek devam etmesini bekledim.

Sokakları menziline almış bakışlarını bana doğrulttu. Boş ve manasızca bir bakıştı bu. O an bir duvardan farksız olmalıyım diye geçirdim içimden. Son cümlesindeki hüzün ve sitem yerini bir nebze asabiyete bırakmıştı. Sesi biraz daha gürleşti ama kelimeleri hâla hantal bir şekilde anlatmaya başladı.

"Gökyüzünde binlerce yıldız var ve her biri muhakkak yitecek semadan. Ama bunun bir anlamı olmalı. Bir sahibi anlayabiliyor musun ? Binlercesinden birini seçiyorsunuz dilediğinizi onda bulabilmek umuduyla. Derken "Bir başkası varken neden bu ?" sorusuna aldanıp diğerine çeviriyorsunuz gözlerinizi. Sonra diğerine ve bir başkasına. Oysa baktığın için değil beklediğin için teslim eder o yıldız kendini sana. Dilekler ise o sabrın mükafatıdır Tanrı'dan insanlara. Ama siz beklemiyorsunuz. Bütün yıldızları sahiplenip bütün yıldızları sahipsiz bırakıyorsunuz. Üstelik çoğu başkasınınken. "

Şüphesiz yıldız diye bahsettiği kadınlardı Asım'ın. Ama birden kusarcasına  haykırması bütün bu sözleri beni hayrete düşürmüştüı. İşlenen bir günahın bedelini ister gibiydi benden. Afallamıştım. Yine de  haklıydı. Kadınları beklemiyorduk. Onlar için çaba sarf etmiyorduk. Nasıl olsa bir başkası kendi ayağıyla gelecekmiş gibi aptal bir fikrin içerisindeydik. Bütün bunlar olurken de yalnızlığımızdan dem vuruyorduk. Bencildik. Ama bunu Asım'ın dillendirmesi ayrı bir acizlik getirmişti.

"Anlayamayacaksınız." dedi çıkarken kapıdan ve yalpalayarak odasına doğru yol aldı.


                                                                                                                           Murat TELCİ

15 Mart 2012 Perşembe

Biz.

Hepimiz tanık olmuşuzdur ilkokulda ya da ortaokulda sınıfımızdaki gruplaşmalara.. O zaman oluşan gruplar tenefüste ip atlayan kızlar tarafından oluşturulurdu. Liseye geçtik herkeste bir çıkar dostluğu başladı. Kimse kimsenin iki aydan fazla yakın arkadaşı olarak kalmıyor artık. Bugün X şahsıyla kanlı bıçaklı kavgalı Y, yarın bir bakmışsınız can ciğer kuzu sarması. Ama bu anlattıklarıma rağmen istisna Z 'ler yok değil. Bunlardan birini çok yakından tanıyorum mesela. Üç yılı aşkın bir dostlukları var hatta onlara dost demek basit kalır. Kardeş kavramıdır onlar için doğru olan. Özenilirler, kıskanılırlar hatta biri diğeri özeniyor (!) derler, çekemezler. Bilmezler ki onları yıllardır bir arada tutan zıtlıklarıdır. Biri sarıdır diğeri esmer; biri düz saçlıdır diğeri kıvırcık; biri olayları konuşarak halletmek ister öteki ' Ne gerek var ağız burun dalalım!' der. Her gün bir konu vardır aralarında 'Öyle mi olacak böyle mi?'  tarzında. İkisinin aynı şeyleri savunduğu nadirdir. Biri ak biri kara der. Önemli olan sonucun ak ya da kara olması değildir. Önemli olan o an oluşan zıt kutupların bu iki demir kızı birbirine sürekli çekmesidir. Yaşadıkları şehir ne kadar kötü olsa da, insanlar, ilişkiler, duygular ne kadar sahte olsa da onlar gerçektir ve birlikte oldukları için şükrederler, bir gün bu şehirden birlikte kurtulmanın hayaliyle yaşarlar. Kimse dostluk kavramını net bir şekilde dile getiremez ama bana dostluğu özetle deseler hiç şüphesiz ' Ezgi ve Zeynep' derim...

                                                                                         Ezgi.

11 Mart 2012 Pazar

:)

18 yıl önce bugün doğmuşum ben. Ve ne kadar gereksiz sebeplerle sıkmışım canımı. Nelere takmışım kafamı, yok yere sinirlenmişim.
 Bugün sevdiklerim fark ettirdi tekrar kendilerini bana. Beni karşılıksız sevenler, en değerlilerim. Ailem, ailemden ayırt edemediğim kardeşim, arkadaşlarım. Onlar oldukça her şey gelip geçiciymiş, tek gerçek onlarmış aslında.
Bunu yaptıkları kutlamalara bağlamıyorum. Gözlerine baktım bugün. İçtenliklerini, çabalarını gördüm. Bana verdikleri değeri, karşılıksız duygularını gördüm.
 Çok değil sayıları, ama benim için tüm dünyaya bedeller. Çok şey hissediyorum ama yansıtamıyorum, çok zor. Mutluyum, güçlü hissediyorum. Uzun zamandır hissetmediğim gibi, geri gelmeye başladı benliğim. 
  Eveet, 18 yaşımı doldurdum artık! Fazla söze gerek yok, gerek olsa da fazla sözüm yok. Hissettiklerim öyle ki, yaşayan bilir, anlatılamaz. Neyse, görüşmek üzeree.


Dipnot: Bu yazı bundan sonra sinirlenmeyip, eleştiri yapmayacağım anlamına gelmez. Ne yapayım elimde değil :)



                                                                                                                                       Zey.

9 Mart 2012 Cuma

Öylesine.

Ne yazsam bilemedim ki. Yani yazmak istiyorum da, konu yok. Ne sinirliyim ne de takıldığım bir olay var şuan. O bakımdan hani konudan konuya atlayabilirim, sonradan şaşırmasın okuyan kimse.  Çok edebi bir yazı yazamayacağım gibi yazmadan da duramayacağım. Çünkü çok sıkılıyorum.
 Evet, işte bir güne daha girdik. Aslında ne saçma değil mi? Gece yarısı, yani 00:00, bir günün ilk saatleri oluyor; ama bizim için gün güneşle birlikte başlıyor. Gerçi uykuya ihtiyacımız var tabii. Doğru ya yoksa ne zaman uyuyacağız, uyku önemli. Bambaşka bir dünya değil mi ya? Yani her şeyden uzak; olaylardan, insanlardan, problemlerden uzak bir dünya. Ne güzeldir uyumak, uyuyabilmek. Aynı zamanda depresyon belirtisidir eğer aşırıya kaçıyorsanız bu arada.
 Oldum olası sarı rengini sevmem. Nefret de etmiyorum, sadece eğer başka renk seçeneklerim de varsa asla sarıyı seçmem kullandığım eşyalarda filan. Diğer renklerin hepsini severim, moru en çok severim. 
 Saçmaladığımın farkındayım. Ama uyumuyorum ne yapayım. Hiç mi olmuyor sizin de sıkıldığınız, oluyordur mutlaka.
  Bu kadar yeter sanırım, daha fazla yanlış izlenim uyandırmayayım hakkımda, deli olduğumu düşüneceksiniz. Halbuki sadece sıkılıyorum. Sıkılmamı önleyecek bir tavsiye ya da yazmamı istediğiniz bir konu olsa çok güzel olurdu mesela. Neyse artık.

                                                                                              Zey.                      

2 Mart 2012 Cuma

Hastalık.

  Sevgili adını vermediğim için şükretmesi gereken şahıs; evet bugün de sana taktım kafayı. Nedendir bilinmez, duyduğun her şeyi herkese anlatma gibi bir huyun var. Anlatmazsan ölecekmişsin gibi, bir kere sır tutsan patlayacaksın sanki.
  Canım madem sır tutamıyorsun, ağır geliyor sana duydukların, taşıyamıyorsun; her şeyi öğrenmeye çalışma o zaman. O kadar çok soruyorsun ve çok şey öğreniyorsun ki; sanırım kulaklarından geçenler beynine sığmıyor artık, ağzına da geliyor, buna rağmen sığmıyor oradan da taşıyor. Ya da sığıyor da, hafızan fazla bilgi taşıyamayacak kadar ilkel olduğu için anlatmak durumunda kalıyorsun. 
  Sebebi her ne olursa olsun artık, sinir bozucu derecede dedikoducusun. Hayır bir de söylediğin her şey doğru olsa. Oradan buradan duyduğun kelime yuvarlana yuvarlana dolaşıyor -sayende- çevrendeki insanların ağzında. Bazılarının gerçekle alakası kalmıyor, bazı söylentiler de doğru olsa bile hoş olmuyor.
  Küçük şehir bir başka sonuçta. İnsanlar birbirini tanıyor, bu şehirdeki herkes en az bir kere görmüştür birbirini. Mesela ben birini tanıyorum, onun başka bir arkadaşının babasının kardeşinin kayınvalidesinin en küçük kardeşinin kızının arkadaşı yine beni tanıyabiliyor. Ya da babamı, annemi, başka bir arkadaşımı... Yani demek istediğim iş mi bu dedikoduculuk, insanlar birbirini bu kadar tanıyorken? Kim bilir kaç kişi sorun yaşamıştır ailesinin, arkadaşlarının veya sevgilisinin kulağına giden olur olmaz dedikodular yüzünden. Bahsettiğin kişiyle alakası olmadığını düşündüğün insanların arasında bile konuşsan, mutlaka yayılıyor o söylediklerin. Tanımayanlar farkında olmadan o kişiyi tanıyanlara anlatıyor, sonun da o kişi duyunca hakkında söylenenleri sinirleniyor, belki canı yanıyor..
  Dikkat edin insanlık! Bu hastalık, dünyadaki 10 kişiden 8'inde vardır belki de. Anlatmayın her yerde, en önemsiz şeylerden bile bahsetmeyin elinizden geldiğince. Çünkü; güvendiğiniz insanların arasına karışmış olan tek bir kişi, söylediklerinizi kimi zaman değiştirerek kimi zaman olduğu gibi herkese yetiştirebilir. Gereksiz yere bozulmasın moraliniz sonra, başınıza iş açılmasın. Ve sen, hastalıklı insan, bir daha söylediklerime iki kelimeden fazla yaklaşamayacaksın ;)


                                                                                                   Zey.
                                                                                                                                                             

1 Mart 2012 Perşembe

44 Buçuktan 45

Hepimiz çocuktuk bir aralar; büyüdük, liseye başladık lafın kısası hepimiz 9. sınıfta okuduk bi zamanlar. Ama bizim zamanımızda bir edep bir adap vardı. Öğretmenlerimize bakan mahcup gözlerimiz; her zil çalışı tekrarlanan 'iyi dersler hocam' vs. sözlerimiz vardı. Hala yok değil, belki bizden daha saygılı insanlar bile var ama su bir gerçek ki gün geçtikçe böyle insanlar azalıyor. Yerini, kendisine hakkını ödeyemeyeceğimiz öğretmenlerimize kuş kadar beyniyle laf ettiğini sanan ergenlere bırakıyor. Neymiş efendim notunu 45 yapmamış 44'te bırakmış! Sen 45 alacak ne yaptın? Okula, eteğini katlayıp, uzaktan uzaktan büyük sınıfları kesmekten başka ne amaçla geldin? Zaten artık öyle bir çağda yasıyoruz ki 45 düşsün yeter mantığıyla geleceğe doktorlar avukatlar yetişiyor güya. Bu tabi ki öğretmenlerimizin suçu değil; yazılı gününe kadar çalışmayıp, yazılıya saatler kala elinde notlar, kitaplar bir çare dolaşan bilinçsiz ergenlerin süper zekalığı. Bir de o kadar yüzsüzler ki biz kız bize bi bakış atsın kafasını kıralım diye beklerken kızı peşimizde 'abla, abla'  diye dolanırken buluyoruz. Ben senin ablan olacağıma kendimi Yeşilırmak'a atarım daha iyi..


                                                                                                  Ezgi.

29 Şubat 2012 Çarşamba

Yazık Sana.

 Her insanın güvenmeye ihtiyacı vardır. Bu çevresindeki insanlar da olur, yanındaki herhangi bir nesneye de - uğurlu olduğunu düşündüğü- güvenebilir insan. Ama insanın önce kendisine güvenmesi gerekmez mi?
  Hiç mi yarı yolda bırakılmadın sen, yalanını yakalayamadın mı çevrendekilerin hiç? Yok, yok ben eminim mutlaka olmuştur hayal kırıklıkların. Yani en azından çantanın fermuarı bozulmuştur, saçındaki lastik toka kopmuştur hiç olmayacak bir anda. En basitinden yaşamışsındır bu tür şeyler, güvendiğin dağlara kar yağmıştır en azından bir defa.Yani hala başkalarının ardına sığınarak ona buna laf atabiliyorsan, insanlar hakkında atıp tutabiliyorsan harbiden idiotsun sen. 
  Tamam, destekçin de çoktur dostun da. Herkesin vardır yanında birileri. Tamam, gerçekten güvenebileceğin insanlar olabilir onlar. Yine de farkına varman gerek, çoğu şeyi söylerken, senin arkanda kimse yok. Sen herkesin arkasından konuşuyorsun. Ardına sığındıkların var, destekçilerden öte. Çok acı bu. Gerçekten acıyorum. Ama korkaklığın lüzumu yok, söylüyorsan bir laf arkasında dur, lafınla aranda dostların olmasın, yıkma kendi sorumluluğunu insanların üstüne. Hayır benim de var kardeşim dediğim insanlar, güvendiklerim, çevrem var. Diyorum ya herkesin vardır. Yalnız çok ince bir çizgi var dostlukları kurmakla dostları kullanmak arasında. Sen aşıyorsun o çizgiyi, yazık. 
 İnsan söylediklerini ölçmeli, tartmalı. Ağzından çıkan lafın dostlarının çokluğundan değil, boyundan büyük olmamasına dikkat etmeli değil mi? Ama yapmıyor insanlar, evet senin gibisi çok var. 
 Eminim katılıyorsunuz bana, herkesin hayatında vardır değil mi böyleleri? Normal yani. Aksi halde çevremde bu tür insanları gördükçe baştan aşağı şanssız olduğumu düşüneceğim.


                                                                                                      Zey.

İstemek.

 Hayatı kazanmak için başta istemek gerekir aslında. Başarılı insanları düşün. Çoğu istediklerini elde etmek uğruna birçok şeyden vazgeçer. İsterler, çabalarlar, olur. Olur yani. Olmasaydı başarılı insanlar olarak geçmezdi isimleri konuşmalarda, internette vs. Bir yere gelmeye çalışan insan en başından kendine sormalı "Neyi istiyorum?" . Evet işte tam da bu soru kişiyi bir yere getirir. Diğerlerinden ayrı kılar.
İstemek kadar kolay fakat bir o kadar da sabır gerektiren eylem azdır. İstersin ve beklersin. Bu bekleme sürecinde seni sınayan olaylarla karşılaşır, eğer geçersen kazanırsın.
 Bir şeyleri istemekten çekinmemeli insan. İstemezsen olmaz bu kadar basit. Yaratıcımız bile isteyin, vereyim dedikten sonra biz hala neyin dünyasını yaşıyoruz kendi çapımızda? İste ya! Bir yerden başla. Erken kalkmayı iste mesela. Yardım iste, bir silgi iste korkma! Kaç kere geleceğiz bu Dünya'ya? Eğer kuralına göre oynarsan her şey senin etrafında döner, farkına var.
 Hiç bir başlangıç için geç değil. Sen yeterki gerçekten ne istediğinin farkında ol.
İstemeyi mesela bir toprağa benzetelim. Toprağa insan kendi yorumunu katarak şekil verir, düzenler. Fakat eğer beklentiyi katarsa eylemine işte o toprak çamurlaşır, kararır, amacını yitirir. Yani beklenti istemeyi sulandırır. Oysa sen aslında toprakla bir araç yapmak istemiştin. Bu ayrımı yapabildiğinde gerçekten istemeye kavuşur, dilediğin ve istediğin doğrultuda şekil vermiş olursun.
 Hayat kısa, oyun dolu ve yalan. Şu dünyada sen varsın. Sen yoksan senin için dünya da yoktur zaten. Kendinin farkına var ve ilerlemeye gayret göster.


                                                                               
                                              Bu yazı birtanecik dostum Pearl'e aittir.

24 Şubat 2012 Cuma

Kafaya Takmaya Değmeyen ama Konuşmadan Edemeyeceğim Konu.

Moda diye hep aynı tarzların yayılmasından mı bilmem ama bugünlerde çok daha fazla gözüme çarpmaya başladı insanların tarzlarındaki benzerlikler. Aynı saç modelleri, aynı renk tonları, benzer hareketler bir anda yayılıyor. Tamam alışverişte çok seçeneğin olmadığı yerlerde kıyafet benzerlikleri çok doğaldır, amenna. Ama bu saç baş, tavır ve tepki özentilikleri de ne oluyor? Bu konuya kafa yormak size saçma geliyorsa, sizi mimiklerinize kadar inceleyip her şeyiyle size benzeyen insanlar yoktur etrafınızda. Umarım da olmaz, çok sinir bozucu. Yanlış anlaşılmasın, bahsettiğim " Aa aynı kazağı giymişiz, lanet olsun hemen bu ortamdan çıkmalıyım!" tarzındaki bayan sendromlarına sebep olan saçma nedenler değil. İnsanların düşünmemesinden, kendini tanımaya çalışmayıp hayalgücünü geliştirememesinden bahsediyorum. Bakıyor adam yapmış, çok yakışmış "Hemen ben de kestirmeliyim saçlarımı o modelde." diyor. Hayır belki senin yüzüne uygun değil, belki o tarz seni yansıtabilecek bir tarz değil. Neden düşünmüyorsun ki? Sonra da aynı fabrika çıkışlı ürünleri izler gibi izlemek durumunda kalıyoruz caddeki horoz ibiği saçlı ergenleri. Yani evet sadece bayanlar için geçerli değil bu moda adı altında yapılan özentilikler. Var benim de çevremde çok. Bunu okuyacak çok fazla insan olmadığımı bilsem de isim vermesem daha iyi. Ama harbiden çok sinir bozucu be insanların birden bakınca seni ben sanması sevgili ismi lazım olmayan şahıs.

Bağırarak Rahatlama Terapisi ;)

Ezgi'yle tartıştık bugün. Mecburiyet caddesi boyunca, bağıra çağıra tartıştık. Üç beş serseri de bizi taklit etmekten geri kalmadı tabiiki; işte o an ilk defa herkesin içinde yükselttim sesimi bir insana karşı. "Gerizekalı, idiot!" diye bağırdım ve hemen ardından gelenler de "Bağırmasana" diye laf  attı. Onlara da daha yüksek sesle "Sanane!" diye bağırdım :D Biliyorum çok takılacak bir şey değil; ama o an elimden geldiğince bağırmak ve  herkesin onlara bakması öyle iyi geldi ki. Sonra da gülmeye başladık zaten tartışmayı unutup. Deneyin yani, tutmayın sinirinizi içinizde ne gerek var. Teyzeler, amcalar biraz garip bakıyor size böyle durumlarda ama çok sinirliyseniz zaten aldırış etmezsiniz :D

23 Şubat 2012 Perşembe

.

Zaman dursa; kafamı dinlesem, rahatlasam, görmesem kimsenin yüzünü, duymasam sorularını. Sonra geri dönsem, devam etse zaman ve ben de hiçbir şey olmamış gibi devam etsem hayatıma..