15 Mart 2012 Perşembe

Biz.

Hepimiz tanık olmuşuzdur ilkokulda ya da ortaokulda sınıfımızdaki gruplaşmalara.. O zaman oluşan gruplar tenefüste ip atlayan kızlar tarafından oluşturulurdu. Liseye geçtik herkeste bir çıkar dostluğu başladı. Kimse kimsenin iki aydan fazla yakın arkadaşı olarak kalmıyor artık. Bugün X şahsıyla kanlı bıçaklı kavgalı Y, yarın bir bakmışsınız can ciğer kuzu sarması. Ama bu anlattıklarıma rağmen istisna Z 'ler yok değil. Bunlardan birini çok yakından tanıyorum mesela. Üç yılı aşkın bir dostlukları var hatta onlara dost demek basit kalır. Kardeş kavramıdır onlar için doğru olan. Özenilirler, kıskanılırlar hatta biri diğeri özeniyor (!) derler, çekemezler. Bilmezler ki onları yıllardır bir arada tutan zıtlıklarıdır. Biri sarıdır diğeri esmer; biri düz saçlıdır diğeri kıvırcık; biri olayları konuşarak halletmek ister öteki ' Ne gerek var ağız burun dalalım!' der. Her gün bir konu vardır aralarında 'Öyle mi olacak böyle mi?'  tarzında. İkisinin aynı şeyleri savunduğu nadirdir. Biri ak biri kara der. Önemli olan sonucun ak ya da kara olması değildir. Önemli olan o an oluşan zıt kutupların bu iki demir kızı birbirine sürekli çekmesidir. Yaşadıkları şehir ne kadar kötü olsa da, insanlar, ilişkiler, duygular ne kadar sahte olsa da onlar gerçektir ve birlikte oldukları için şükrederler, bir gün bu şehirden birlikte kurtulmanın hayaliyle yaşarlar. Kimse dostluk kavramını net bir şekilde dile getiremez ama bana dostluğu özetle deseler hiç şüphesiz ' Ezgi ve Zeynep' derim...

                                                                                         Ezgi.

11 Mart 2012 Pazar

:)

18 yıl önce bugün doğmuşum ben. Ve ne kadar gereksiz sebeplerle sıkmışım canımı. Nelere takmışım kafamı, yok yere sinirlenmişim.
 Bugün sevdiklerim fark ettirdi tekrar kendilerini bana. Beni karşılıksız sevenler, en değerlilerim. Ailem, ailemden ayırt edemediğim kardeşim, arkadaşlarım. Onlar oldukça her şey gelip geçiciymiş, tek gerçek onlarmış aslında.
Bunu yaptıkları kutlamalara bağlamıyorum. Gözlerine baktım bugün. İçtenliklerini, çabalarını gördüm. Bana verdikleri değeri, karşılıksız duygularını gördüm.
 Çok değil sayıları, ama benim için tüm dünyaya bedeller. Çok şey hissediyorum ama yansıtamıyorum, çok zor. Mutluyum, güçlü hissediyorum. Uzun zamandır hissetmediğim gibi, geri gelmeye başladı benliğim. 
  Eveet, 18 yaşımı doldurdum artık! Fazla söze gerek yok, gerek olsa da fazla sözüm yok. Hissettiklerim öyle ki, yaşayan bilir, anlatılamaz. Neyse, görüşmek üzeree.


Dipnot: Bu yazı bundan sonra sinirlenmeyip, eleştiri yapmayacağım anlamına gelmez. Ne yapayım elimde değil :)



                                                                                                                                       Zey.

9 Mart 2012 Cuma

Öylesine.

Ne yazsam bilemedim ki. Yani yazmak istiyorum da, konu yok. Ne sinirliyim ne de takıldığım bir olay var şuan. O bakımdan hani konudan konuya atlayabilirim, sonradan şaşırmasın okuyan kimse.  Çok edebi bir yazı yazamayacağım gibi yazmadan da duramayacağım. Çünkü çok sıkılıyorum.
 Evet, işte bir güne daha girdik. Aslında ne saçma değil mi? Gece yarısı, yani 00:00, bir günün ilk saatleri oluyor; ama bizim için gün güneşle birlikte başlıyor. Gerçi uykuya ihtiyacımız var tabii. Doğru ya yoksa ne zaman uyuyacağız, uyku önemli. Bambaşka bir dünya değil mi ya? Yani her şeyden uzak; olaylardan, insanlardan, problemlerden uzak bir dünya. Ne güzeldir uyumak, uyuyabilmek. Aynı zamanda depresyon belirtisidir eğer aşırıya kaçıyorsanız bu arada.
 Oldum olası sarı rengini sevmem. Nefret de etmiyorum, sadece eğer başka renk seçeneklerim de varsa asla sarıyı seçmem kullandığım eşyalarda filan. Diğer renklerin hepsini severim, moru en çok severim. 
 Saçmaladığımın farkındayım. Ama uyumuyorum ne yapayım. Hiç mi olmuyor sizin de sıkıldığınız, oluyordur mutlaka.
  Bu kadar yeter sanırım, daha fazla yanlış izlenim uyandırmayayım hakkımda, deli olduğumu düşüneceksiniz. Halbuki sadece sıkılıyorum. Sıkılmamı önleyecek bir tavsiye ya da yazmamı istediğiniz bir konu olsa çok güzel olurdu mesela. Neyse artık.

                                                                                              Zey.                      

2 Mart 2012 Cuma

Hastalık.

  Sevgili adını vermediğim için şükretmesi gereken şahıs; evet bugün de sana taktım kafayı. Nedendir bilinmez, duyduğun her şeyi herkese anlatma gibi bir huyun var. Anlatmazsan ölecekmişsin gibi, bir kere sır tutsan patlayacaksın sanki.
  Canım madem sır tutamıyorsun, ağır geliyor sana duydukların, taşıyamıyorsun; her şeyi öğrenmeye çalışma o zaman. O kadar çok soruyorsun ve çok şey öğreniyorsun ki; sanırım kulaklarından geçenler beynine sığmıyor artık, ağzına da geliyor, buna rağmen sığmıyor oradan da taşıyor. Ya da sığıyor da, hafızan fazla bilgi taşıyamayacak kadar ilkel olduğu için anlatmak durumunda kalıyorsun. 
  Sebebi her ne olursa olsun artık, sinir bozucu derecede dedikoducusun. Hayır bir de söylediğin her şey doğru olsa. Oradan buradan duyduğun kelime yuvarlana yuvarlana dolaşıyor -sayende- çevrendeki insanların ağzında. Bazılarının gerçekle alakası kalmıyor, bazı söylentiler de doğru olsa bile hoş olmuyor.
  Küçük şehir bir başka sonuçta. İnsanlar birbirini tanıyor, bu şehirdeki herkes en az bir kere görmüştür birbirini. Mesela ben birini tanıyorum, onun başka bir arkadaşının babasının kardeşinin kayınvalidesinin en küçük kardeşinin kızının arkadaşı yine beni tanıyabiliyor. Ya da babamı, annemi, başka bir arkadaşımı... Yani demek istediğim iş mi bu dedikoduculuk, insanlar birbirini bu kadar tanıyorken? Kim bilir kaç kişi sorun yaşamıştır ailesinin, arkadaşlarının veya sevgilisinin kulağına giden olur olmaz dedikodular yüzünden. Bahsettiğin kişiyle alakası olmadığını düşündüğün insanların arasında bile konuşsan, mutlaka yayılıyor o söylediklerin. Tanımayanlar farkında olmadan o kişiyi tanıyanlara anlatıyor, sonun da o kişi duyunca hakkında söylenenleri sinirleniyor, belki canı yanıyor..
  Dikkat edin insanlık! Bu hastalık, dünyadaki 10 kişiden 8'inde vardır belki de. Anlatmayın her yerde, en önemsiz şeylerden bile bahsetmeyin elinizden geldiğince. Çünkü; güvendiğiniz insanların arasına karışmış olan tek bir kişi, söylediklerinizi kimi zaman değiştirerek kimi zaman olduğu gibi herkese yetiştirebilir. Gereksiz yere bozulmasın moraliniz sonra, başınıza iş açılmasın. Ve sen, hastalıklı insan, bir daha söylediklerime iki kelimeden fazla yaklaşamayacaksın ;)


                                                                                                   Zey.
                                                                                                                                                             

1 Mart 2012 Perşembe

44 Buçuktan 45

Hepimiz çocuktuk bir aralar; büyüdük, liseye başladık lafın kısası hepimiz 9. sınıfta okuduk bi zamanlar. Ama bizim zamanımızda bir edep bir adap vardı. Öğretmenlerimize bakan mahcup gözlerimiz; her zil çalışı tekrarlanan 'iyi dersler hocam' vs. sözlerimiz vardı. Hala yok değil, belki bizden daha saygılı insanlar bile var ama su bir gerçek ki gün geçtikçe böyle insanlar azalıyor. Yerini, kendisine hakkını ödeyemeyeceğimiz öğretmenlerimize kuş kadar beyniyle laf ettiğini sanan ergenlere bırakıyor. Neymiş efendim notunu 45 yapmamış 44'te bırakmış! Sen 45 alacak ne yaptın? Okula, eteğini katlayıp, uzaktan uzaktan büyük sınıfları kesmekten başka ne amaçla geldin? Zaten artık öyle bir çağda yasıyoruz ki 45 düşsün yeter mantığıyla geleceğe doktorlar avukatlar yetişiyor güya. Bu tabi ki öğretmenlerimizin suçu değil; yazılı gününe kadar çalışmayıp, yazılıya saatler kala elinde notlar, kitaplar bir çare dolaşan bilinçsiz ergenlerin süper zekalığı. Bir de o kadar yüzsüzler ki biz kız bize bi bakış atsın kafasını kıralım diye beklerken kızı peşimizde 'abla, abla'  diye dolanırken buluyoruz. Ben senin ablan olacağıma kendimi Yeşilırmak'a atarım daha iyi..


                                                                                                  Ezgi.